Bugünün iş dünyası, “veriyle yönetilen”, “hızlı ölçeklenen” ve “sürekli optimize edilen” yapılardan oluşuyor. Ancak bu yapılar çoğu zaman kırılgan, insan kaynağı yorgun, kurum kültürü ise yapay oluyor.
Peki daha organik, sürdürülebilir ve insan merkezli bir organizasyon modeli mümkün mü? Cevap: Evet. Ve ilham kaynağı gözümüzün önünde. Bitkiler.
Toprak kötüyse, en güçlü tohum bile filizlenmez. Aynı şekilde, kurum kültürü zayıfsa; yetenekli çalışanlar da kısa sürede kurur, motivasyon düşer, yaprak dökülür.
İyi toprak:
Her CEO’nun ilk sorusu şu olmalı: “Kurumumun toprağı verimli mi?”
Bitkiler ışığı gördüğü yöne doğru büyür. Organizasyonlar da aynı şekilde vizyona göre yönlenir.
Ancak ışık yoksa? Büyüme kararsız olur. İç iletişim zayıflar. Strateji dağılır. Bu nedenle her liderin yapması gereken şey: Işığı artırmak. Yani; şeffaflık, yön duygusu ve ortak bir amaç üretmek.
Bitkiyi fazla suladığında çürür, az suladığında kurur. Çalışanlar da aynıdır. Aşırı kontrol altında verimsizleşirler; ilgisizlikte tükenirler.
Doğru frekansta, dengeli ve zamanında sunulan geri bildirim, organizasyonun can suyu gibidir.
Her büyüme, aynı zamanda bir sadeleşme sürecidir. Bitkiler gereksiz yaprakları budar. Enerjiyi merkezde toplar.
Aynı yaklaşım organizasyonlara da uygulanmalı:
Bunlar cesur ama stratejik şekilde kesildiğinde; organizasyonun enerjisi yeniden akmaya başlar.
Bitkiler sürekli büyümez. Kimi zaman durur, dinlenir, enerji toplar. Organizasyonlar da her çeyrekte rekor kıramaz.
Durma, yeniden yapılanma, sadeleşme gibi evreler; büyümenin doğal parçasıdır. Bunu zayıflık değil, stratejik olgunluk olarak görmek gerekir.
Bitkilerden öğreneceğimiz çok şey var. Sürdürülebilirlik, adaptasyon, ritim, sabır, canlılık…
Ve belki de en önemlisi: Görünmez olana saygı. Toprakta olup bitene, kökteki güce, zamana yayılmış başarıya...
Bugünün liderleri bitki gibi düşünmeye başlamadıkça; kurumlar gelişmek yerine, yapay şekilde idare edilir.
Bitkisel olan zayıf değil; yaşayan, akıllı ve dirençli olandır.